in , ,

Blue Eye Samurai

Netflix’ten şahane bir animasyon dizi

Siz de son zamanlarda Netflix’te izleyecek bir şey bulmakta zorlanıyor musunuz? Özellikle de noel için çıkardıkları o klişe romantik komediler sizin de içinizi sıktı mı? Neyse ki Blue Eye Samurai geldi; Netflix’e küsmememiz için gayet iyi bir sebep olabilir!

Konu Ne?

Blue Eye Samurai, 17. yüzyıl Edo dönemi Japonya’sında geçiyor. 1633’te, Japonya sınırlarını tamamen kapatıyor ve tüm yabancıları sınırdışı ediliyor. Japon olmayan bir yüzle karşılaşmanın imkansız olduğu bu dönemde, mavi gözlü melez bir çocuk doğuyor.
Dışlanan ve hatta öldürülmeye çalışılan bir çocuk.
Bu çocuk, büyüdükçe onu “bu hale” getiren, yani melezliğinden dolayı onu canavar – onryō*  yapan, potansiyel olarak babası olabilecek 4 batılıyı bulmak ve öldürmek için yola çıkıyor.

*Onryō: Japon geleneksel inançlarına göre, onryō (怨霊) adlı intikamcı ruhlar, yaşayan dünyada zarar verme yeteneğine sahip olan hayaletlerdir, genelde kadın olarak resmedilirler.

Alt Metinler?

Cinsiyetçilik, zenofobi, ırkçılık… Blue Eye Samurai, her türlü ayrımcılığı ele alan, önyargılara değinen ve bir çok tabuyu yıkan alt metinlere sahip bir hikaye akışına sahip. Günümüzdeki duyarlılıklara hassas, SJW (toplumsal adalet savaşçısı, yani duyar kasanlar ordusu) kişilere uygun (ne de olsa Netflix!) olmasına da dikkat edilmiş. Bu hem iyi bir şey, hem de fazla hassaslık bazen can sıkıcı bir noktaya gelebiliyor. Ama merak etmeyin! Sizi bu “woke” yaklaşımlarla boğmayacağım. Onun yerine bu muhteşem animasyonun en dikkat çekici üç özelliğinden bahsetmek istiyorum: Muhteşem çizimleri, karakterleri ve hikaye akışı.
Ayrıca, tüm bu içerikleri göze batmadan işleyebilmiş, dozunu güzel ayarlayabilmiş ekipten de bahsetmek istiyorum. Bu diziyi, Logan ve Blade Runner 2049’dan da tanıdığımız Michael Green ve eşi Noizumi Green beraber yaratıyor.
Bonus bilgi: Bir röportajlarında, kendi melez çocuklarından ilhamla ana karakterimiz Mizu’nun hayata geçtiğini paylaşıyorlar.

Green, diziyi yaratırken ilham aldıkları noktalar ve hedefledikleri seyirci kitlesinden bahsederken, “İnsanların hikayeye ve sanat seviyesine kapılıp animasyon izlediklerini unutmalarını istiyoruz” diyor. “Bunun her ilgi alanına hitap etmesini istiyoruz – The Witcher’ı seviyorsanız, animasyonu seviyorsanız, Game of Thrones’u seviyorsanız, The Crown’u seviyorsanız, tarihi dramayı seviyorsanız, Shakespeare in Love’ı seviyorsanız, Tarantino filmlerini seviyorsanız, Blue Eye Samurai’da sizin için bir şeyler var.”

İlhamlar ve Çizimler ve Karakterler

Biraz Sergio Leone, Akira Kurosawa biraz Takeshi Kitano, biraz şuradan da Tarantino koyalım. Kill Bill tuzu da olsun derken en sevdiğim ilham alınan noktalardan biri de Clint Eastwood oluyor:

Tabii karakterlerin bu kadar başarılı olmasında, çok uzun süredir takip ettiğim Lucasfilm ve Marvel’in illüstratörü, Disney’in hikaye anlatım/çiziminin başındaki kişi Brian Kesinger’ın büyük etkisi var.

Ana karakterimiz hem erkeksi hem de feminen olabilen, androjen Mizu. Mizu’yu ilk karlar arasında  Clint Eastwood-vari bir havayla yürürken görüyoruz. Noodle yemek için bir mekana girip, sessiz ve karizmatik bir şekilde fonda oturuyor. Yüzünü ilk görüşümüz ise yine western tarzı bir yüzleşme sonucunda etkileyici bir girişle oluyor.
Yan karakterlerde de detaylar çok etkileyici ve estetik. Mesela Japonya’nın Edo dönemine özgü kıyafetler için The Metropolitan Museum of Art’ta sergilenen dönemin aksesuarları, kumaşları ve kıyafetleri incelenip, dizideki geyşaların kimonoları tasarımlarına ilham vermiş. Samuraylardan figüranlara kadar, hatta Bunraku (Japon kuklaları) tasarımlarına kadar her detay, tarihten ilham alınıp, modern tarzda yeniden yorumlanmış.

Sadece karakter tasarımları değil, savaş sahneleri, el hareketleri ve mimik animasyonlarında da bu özeni görebilirsiniz. Brian Kesinger’la yapılan röportajda, bu detay odaklı yaklaşım nedeni ile sadece karakter tasarımlarının 1 yılda ancak tamamlandığını öğreniyoruz. Umarız 2. sezon için bu kadar beklememize gerek kalmaz!

 

 

 

 

 

Yukarıda bahsettiğim detaylar sayesinde her sahne, fonuyla ve kompozisyonuyla ayrı birer sanat eserleri gibi. Bunda, genel prodüksiyon ve mekan tasarımlarının da tabii ki payı çok büyük. (Prodüksiyon tasarımcıları Toby Wilson ve Jason Scheier‘a, ayrıca kostüm tasarımcısı Suttirat Larlarb’a da buradan sevgiler.)

İyiler ve Kötüler

— Dikkat! Yazının bu noktadan sonrası spoiler içerir! —

Dizinin en sevdiğim özelliklerinin birinin karakterler olduğunu söylemiştim. Herhangi bir karakter “tam kötü” ya da “tam iyi” değil. Buna biriciğimiz Mizu da dahil. Bunun dışında, cinsiyet rolleri de biraz alışık olduğumuz düzene göre karışmış durumda. Akemi’nin “annesi” olan Seki* (Star Trek’ten tanıdığımız George Takei’nin seslendirdiğini biliyor muydunuz?), hayatının büyük kısmını erkek rolünde geçiren Mizu, “erkek erkeğe” dövüşürken “yükselen” Taigen gibi…

*Seki, Avatar: The Last Airbender serisinden Uncle Iroh’a benzemiyor mu? 

Genel olarak net çizgilerin olmaması hem hikayeyi hem karakterleri de derinleştiriyor. Örneğin hızlıca geçip gidebileceğimiz bir sahne iken, Swordfather’ın Mizu’nun kadın olduğunu dile getirmesini istememesi önemli bir detay. Bilmesine rağmen, dile getirilmemesini mi istiyor? Bilmiyor ama tahmin ediyor ve bunun bir ihtimal olarak mı kalmasını istiyor? Bu iki seçeneğin de altında yatan sebepler bile apayrı bir yazıda tartışılabilir.

Tabii, hazır cinsiyet rollerinden bahsetmişken, gelelim asıl önemli konuya…

Hangi çifti shipliyoruz?

Mizu & Taigen
Taizu! Aralarında bir çekim olduğu yadsınamaz. Ama düşmandan sevgiliye geçiş klişesi de hikayeyi basitleştirebilir mi acaba? Yine de 2. sezonda Taigen’in, Mizu’nun gerçekte bir kadın olduğunu anladığı sahneyi heyecanla bekliyorum!

Mizu & Akemi
LGBTQ+ camiasının heyecanlandığı bir çift olsa da, imkansıza yakın bir çift. Akemi tamamen güç peşinde bir hayat seçti. Büyük aşkı Taigen’i bile geride bırakan, kimleri bırakmaz?

Bi’ Takım Teoriler

1- Fowler, son bölümde Mizu’nun annesinin aslında onu yetiştiren kadın olmadığını söylüyor. Ben inanıyorum buna. Hatta hayran teorilerinden en aklıma yatan da, aslında Mizu’nun annesinin beyaz olması. Belki de Shogun ile beraber olan bir beyaz kadın oldu. Bu beraberlikten minik Mizu’muz doğdu ve bu nedenle küçüklüğünden beri Mizu öldürülmeye çalışılıyor. Yoksa öksüz bi beyaz çocuğun peşinde neden bu kadar katil olsun, değil mi?

2- Swordfather’ın aslında efsanevi ve çok yetenekli eski bir savaşçı olduğu teorisi. Mizu kendi kendine, sadece izleyerek dövüşmeyi öğrenmedi, Swordfather’dan öğrendi. D&D dünyalarındaki ununu elemiş, eleğini asmış eski efsane savaşçıların hancı olması misali.

Sizin teoriniz var mı? Varsa bize Instagram hesabımızdan ulaşıp yazarsanız çok mutlu oluruz!
2HBN INSTAGRAM (hadi takip de ediverin)

 

Güzel bir haberle yazımı sonlandırıp, sizi ilk sezonun trailer’la başbaşa bırakıyorum:
Dizinin 2. sezonu da onaylandı! Heyoo!

Otobüste Yaşam

2024’e girerken, kendin için yapabileceğin 7 şey!