Meriç ve Tunca nehirlerinin birleştiği, yüzyıllarca birçok halka kucak açan, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski başkenti; Edirne… Trakya’da mimarisi, mutfağı ve el sanatlarıyla öne çıkan Edirne yıllardır turistlerin ilgisini çekiyor. Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Selimiye Camii, Üç Şerefeli Camii, Eski Camii ve Dar-ül Hadis Camii Edirne’ye ayrı bir güzellik katıyor. Hayranlık uyandıran mimarisinin yanı sıra meşhur ciğeri ve el sanatlarını da unutmamak gerekiyor. Çarşıdaki tarihi ciğercilerde karnınızı bir güzel doyurduktan sonra Kapalı Çarşı’da Edirne’ye özgü sabunları, aynalı süpürgeleri ve edirnekari çeşitlerini bir arada bulabiliyorsunuz.
Edirne işi anlamına gelen “edirnekari” 17. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar süren bir dönemde ortaya çıkan ve daha sonra tüm Anadolu’ya yayılan bir süsleme sanatı olarak karşımıza çıkıyor. Lake işleri ahşap, deri ve karton gibi malzemelerin üzerine boya ve cilayla yapılan motiflerin yer aldığı süslemeler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde neredeyse her camide, sandıklarda, dolaplarda, tavan işlemelerinde ve akla gelebilecek birçok yerde kullanılan edirnekari o dönemlerdeki kadar olmasa da halen varlığını sürdüren el sanatlarından. Biraz sorup soruşturduktan sonra edirnekari ustası Mehtap Cömert ile tanışma fırsatı buldum. 1952 yılında Edirne’de doğup büyüyen Mehtap Cömert, 1977 yılında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Dekoratif Resim Bölümünü bitiriyor. İstanbul’da iş bulma zorluğundan dolayı doğup büyüdüğü şehre geri dönerek Edirne Devlet Güzel Sanatlar Galerisi müdürü olarak çalışmaya başladığında üniversitede okurken hocasının “Koca Edirneli, sen edirnekari nedir bilir misin?” sorusu üzerine de edirnekari hakkında araştırmalar yapıyor. Bu araştırmalar ışığında 1985 yılında Trakya Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Duvar Süsleme Bölümünü kurmakla kalmayıp 1987 yılında yaptığı araştırmaların Mimar Sinan Üniversitesi’nde ‘prestij kitapçığı’ olarak yayınlanmasıyla edirnekari üzerine sanatta yeterliğini yaparak yardımcı doçent ünvanını alıyor. Daha sonra 2005 yılında, on yıl önce kurduğu Resim-İş Eğitimi Bölümünden emekliliğine ayrılıyor Mehtap Cömert. Emekliliğinden sonra da satmaya kıyamadığı baba evini atölye haline dönüştürerek çalışmalarına devam ediyor.
“Emekli olduktan sonra değerli hocam Önder Küçükerman’ın ‘Mehtap kitap yayınlıyorsun ama kitap satmak içindir. Tanıtımını yapıyorsun ama hiç edirnekari ustası var mı, bu sanatı tanıyan kişi edirnekariyi nereden alacak?” demesi üzerine kendi atölyemi kurdum. Bizler üniversitelerde öğrenci yetiştirsek de genelde mezun olan öğrencilerimiz memleketlerine geri dönüyorlar. Bir dönemler öğrencilerimiz Edirne’deki camiiler de ya da Topkapı Beylerbeyi Sarayı restorasyonlarında iyi işler buldular hatta buralardan emekli oldular. Fakat günümüzde bu işi yapan çok az kişi var çünkü edirnekari demek çok emek az para demek aynı zamanda. İşte benim maceram da böyle başladı”
Akademisyen olduğu için ticari düşünemediğini söylüyor Mehtap Hanım. Bütün bu mücadelenin arasında, hastalıklar, kanserler, ölümler kalımlar derken yaşının da on sekiz buçuğu bulduğunu da ekliyor gülerek. “Uzun lafın kısası işin hem ustası hem hocası olduk. Yüzlerce, binlerce, on binlerce öğrenci yetiştirdim. Beni tanıyan her öğrenci bana edirnekari buketi getirmeden edemez ya da hiçbiri edirnekari buketi çizmeden mezun olamazdı adeta” diyerek edirnekari sanatını öğrencilerine nasıl sevdirdiğini anlatıyor.
Bahçede yeni bitirdiği çeyiz sandığını gösterirken Kültür Bakanlığı’yla olan komik bir anısını da anlatıyor gülerek. “Yıllar sonra Kültür Bakanlığı beni fark etti nihayet. Düzenlenen fuarların birinde formlar verdiler bana. Doldurduktan sonra sınava davet edildim. Sınava gittiğim zaman ‘Hocam ne işin var senin burada’ diye espriler yaptılar, bir de baktım kitabı birlikte yazdığımız hocalarımdan biri orada. Çağırdınız geldim, ben Edirne’de bir garip edirnekari hocası mı ustası mı neyse işte orada bir şeyler yapan biriyim. Duyuyoruz birileri Amerika’ya birileri başka yerlere gidiyor hep, ben de edirnekari bir yerlere ulaşsın diye geldim dedim. Beni fark etseniz de fark etmeseniz de ben Kültür Bakanlığı elemanıyım, varım demeye geldim dedim. Biraz sonra biz sizin kim olduğunuzu öğrendik hocam diyerek geldiler yanıma. Bak burada kim var diye restorasyon bölümündeki öğrencimi gösterdiler. Öğrencim jürimdeymiş meğer! Çok hoştu, çok güldüğümüz bir gün olmuştu”. Böylece Kültür Bakanlığında kaybolmaya yüz tutmuş el sanatları listesinde yer alma fırsatı buluyor edirnekari ve ustası.
Kağıt üzerinde yapılan edirnekariden çok ahşap üzerinde yapılanını tercih eden Mehtap Hanım bu nedenle birçok öğrencisinin yolun başında işini bıraktığını da ekliyor. Ahşabın çalışması çok zor bir malzeme olduğunu, zımparasından boyamasına ve verniklenmesine kadar çok fazla sorunla karşılaştıklarını ancak asıl sanatın da bu olduğunu söylüyor. Atölyeye çıktığımızda biraz da duvardaki eserlerin ve masada duran çeyiz sandıklarının üzerindeki motifleri anlatıyor. “Genel olarak tek dalda çiçekler ve Edirne lalesi olarak bilinen lale motiflerinin bir kurdele eşliğinde birleştirilmesiyle oluşuyor. Çeyiz sandıklarında çok büyük boyutlar kullanılmaz. Herhangi bir yangın, sel ya da savaş gibi afet durumunda kadının rahat taşıyabileceği boyutlar tercih edilir çünkü bu sandığın içinde gelinlik, fotoğraflar, bebeğinin patikleri gibi kadın için değerli eşyalar bulunur. O dönemler de çok fazla göç olduğu için yükler katır sırtında veya genelde gemilerle taşındığı için sandıkların iç kapaklarında yelkenli motifi kullanılır”.
Küçücük bir çiçek motifinde bile ustalaşmanın en az dört beş yıl aldığını bu nedenle öğrencinin büyük bir sabır ve ilgi göstermesi gerektiğini söylüyor. Yeni başlayan öğrencilerin işleriyle yılların ürünü işlerin arasındaki farkları gösteriyor titizlikle.
“Bu işin en güzel yanı gezmek. Ticari düşünemiyoruz ama sergiler, fuarlar derken bir oradayız bir buradayız. Daha ne isterim ki!”
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.