Tesadüfen bir arkadaşımın tavsiyesi ile izledim Narcos ’u, çok da iyi ettim.
Çocukluğumdan bu yana ne zaman seri katil ya da büyük çapta suç örgütü ve mafya lideri karakterinin canlandırıldığı bir film veya dizi izlesem genelin aksine o karakterin güçlü değil de zayıf olduğu taraflara takılır kalırım. Hani ne kadar zeki diyip insan yiyen doktora hayran olunur, umarım yakalanmaz diye ardından da dua edilir ya bir seri katilin, ben de tam tersi bu karakteri hep ne kadar zayıf yönleri var yazık diyerek izlerim. Narcos da bunlardan birisi…
Burada tabii ki çocukluk travmalarına suçu atıp genel anlamda psikiyatrik bir analiz yapmaya kalkmayacağım. Hannibal’da olsun Dexter’da olsun hep dikkatimi çeken bir kendini beğenmişlik, kendi değerlerine ve doğrularına uymayan bir zümreyi kendine av ve hedef belirleyen bir karakter tipi görürüz, hep zora düşmelerinin ardında da mükemmel olduklarına sonsuz/mutlak inançları yatar.
Narcos için de durum farklı değil, Pablo Emilio Escobar Gaviria bu handikapa mükemmel bir örnek. Eline kağıt kalemi alıp bir mektupla dünyayı değiştireceğini sanması. Yaptığı herşeyin ardından sadece bir sözle ve hareketle tekrar istediği koşullara ve konuma gelebileceğini düşünmesi. Veya azalarak eriyen nüfuzunun dahi farkına varamayacak kadar körleşebilmesi de bunun bir göstergesi.
Pablo Escobar tüm gücüyle ve şiddet aracılığıyla kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Bir yandan da her şeyde en iyi olma takıntısı ile; evinde iyi bir baba, dışarda ise istediği kadını elde edebilecek bir kazanova oluyor. Dostuna en çok yardım eden, yanındakileri kollayan, saymakla bitmez “en” lerin sahibi. Bütün bunlar tabii ki “en paranoyak” ve “kaybetmekten en çok korkan” adam olmasını da yanında getiriyor. Ne yazık ki herşeyin “en”i olmanın böyle de bir tarafı var.
Bir de tabii ki böyle adamlar her zaman doğru olduklarına, Robin Hood karakterinin “zenginlerden çalıyor” kısmını unutturup, “fakirlere veriyor” kısmını her defasında hem kendilerine hem başkalarına yuttururlar. Tüm uyuşturucu tüccarlarını ortadan kaldıracaklarını söylerken, Narcos dizisinde de olduğu gibi, kahraman edasına da bürünüverirler… Kendileri dışında kimse iyi değildir…
Pablo Escobar gibi insanların hepsi en sonunda yalnız kalırlar. İşte tam da o anda güç denilen şeyin ne kadar göreceli ve anlamsız olduğunu pahalı bir bedel ödeyerek öğrenirler. Milyarlarca doların onları bina sahibi edebileceğini fakat bir yuva sahibi edemeyeceğini anladıklarında ise artık yapacak bir şey yoktur.
Güce ve paraya tapanlara değil de onları koşulsuz seven, her fırsatta onlara sarılan ailelerine ihtiyaçları olduğunu anlarlar. Fakat bu geçen süre içerisinde aileleri ile aralarına çektikleri perde o kadar kalınlaşır ve katılaşır ki, bundan sonra kaybettikleri yuvaya tekrar ulaşmaya çalışmak onlara sadece daha fazla zarar verecektir.
Bir başlarınadırlar ve yapacak tek şeyleri o gururlu, boyun eğmeyen güçlü adamı oynamaya devam etmektir. Tek farkla: artık eskiden onlar için herşeyi yapan, gerekirse binaları havaya uçuran kimsecikler yokken bu rolü tek başlarına oynamak zorundadırlar…
Aklıma nereden geldi tam bilemiyorum ama şunu hep merak etmişimdir:
Bob Dylan acaba bu konuda ona ne derdi?
“How does it feel, how does it feel?
To be without a home
Like a complete unknown, like a rolling stone”
Ve sonunda herşey ve herkes gibi sonları gelir, o kadar korku ve nefret salmışlardır ki arkalarından ağlayanlar arkalarından lanet okuyanlardan çok daha azdır….
Sanırım Bob Dylan Pablo`yu mezarından çıkarıp bir çift söz daha etmek isterdi:
“Let me ask you one question
Is your money that good?
Will it buy you forgiveness
Do you think that it could?
I think you will find
When your death takes its toll
All the money you made
Will never buy back your soul”
Peki bir soru: Tek suçlu Pablo mu?
Devamı yakında…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.