Gülüm Çahan Röportajı

Merhabalar, 2hbn olarak yaptığımız ikinci röportajımızı Gülüm Çahan’la gerçekleştirdik. Keyifli bir sohbet oldu. Umarım siz de beğenirsiniz.

Hazırsan başlıyoruz Gülüm.
Seni henüz tanımayanlar ya da tanıyor olan ama detayları merak edenler için bize biraz kendinden bahseder misin?

 

1989, İstanbul doğumluyum. St. Michel Fransız Lisesi’nde okudum. Ardından lisans eğitimi için Fransa’ya hukuk okumaya gittim. Ama gittiğimde ve işler ciddileşmeye başladığında her zaman hayatımda olmuş olan müziği orada o yolda ilerlersem yapamayacağımı fark ettim. Durum “ya o, ya ben” durumuna döndü. Ben de eşimi terk edip metresimi seçtim. Ve İstanbul’a geri dönme kararı aldım. Açıkçası ilk başta tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum. Evet, ben müzik yapacağım ama ne yapacağım, bunu nereye kadar ilerletmek istiyorum, hiç düşünmeden buraya dönmüştüm. Ama işler öyle bir ilerlemeye başladı ki farkında olmadan bütün evren el birliğiyle benim bunu yapabilmem için çalışmaya başlamış gibi oldu. Deniz Kahya vardır, Barışarock festivalinin organizatörleri arasındaydı, aynı zamanda Moğollar’ın menajerliğini yapıyordu. Türkiye’ye ilk geldiğimde Deniz, “Ya sen niye artık başlamıyorsun, bir şeyler yapmıyorsun” dedi. Ben de onun gazıyla kollarımı sıvadım.  O zaman Moda’da bir evde oturuyordum yan komşum sevgili Görkem Oker’di. Şimdi beraber besteleri ve aranjeleri yapıyoruz. Aynı zamanda orkestradaki bas gitaristimiz. Görkem’le ciddi ciddi buna mesai harcamaya başladık. İlk yapılan şarkı “Film” oldu. Sözleri bana, müziği Görkem ve bana ait olan bir şarkı bu. Şarkıyı bitirince Soundcloud’a ve Facebook’a koyduk. Şarkı bir anda dinlenmeye, güzel yorumlar almaya başladı. Türkiye’deki, geleceğe yönelik olan macera böyle başladı diyebiliriz.
Onun dışında benim müzikle ilk tanışmam, anaokuluna dayanan bir durum. Anaokulunda bir öğretmenim vardı ve beni o böyle bir etkinliğe teşvik etti ve ben ilk okula başladığımda da beni eğitmeye başladı. Okul korolarında başladım. 10 yaşında, Bilkent Koleji’ndeyken ilk solo performansımı “Killing me Softly” ile gerçekleştirdim. O durum bende bir bilinç oturttu. Yani solo olmanın ve birilerinin karşısında tek başına seslendirdiğin şarkının duygusunu yaşamanın getirdiği duygunun ne kadar büyük bir haz olduğunu anladım. Bir şarkının tamamıyla duygusal yükünün sende olmasının ne kadar muhteşem bir şey olduğunu fark ettim. Yani bu merete öyle bulaştım. Ve şimdi buradayım.

Daha küçük yaşlardan beri bu işi severek, keyif alarak yapıyormuşsun. Peki şu aralar ne yaptığından bahsedebilir misin?

Son bir ayım Miller Music Factory ile geçti. Açıkçası, Miller Music Factory (MMF)’e katılmam tamamıyla arkadaş tavsiyesiyle oldu. Daha öndeki yıllarda birincilikleri olan arkadaşlarım vardı. Kung-fu, Barış Manço’nun “Eğri Eğri” şarkısına yaptıkları cover’la katılmış ve birincilik kazanmışlardı. Geçen sene, Hunky Punky gurubunun bir birinciliği var. Yine Multitap Miller Music Factory sonrası albüm yaptılar. Sen niye bunu yapmıyorsun. Hem çok güzel workshop’ları var hem de senin için güzel bir deneyim olur dediler. Ön elemeyi geçtikten sonra iş biraz daha heyecanlı bir hal almaya başladı. Finalist olduğunuz açıklandıktan sonra daha da heyecanlanmaya başlıyorsunuz çünkü yarışma çok daha farklı bir süreç. Aslın ben müziğin yarıştırılmaması gerektiğini düşünen insanlardanım çünkü çok göreceli ve çok bireysel bir olgu müzik. Zaten asıl güzelliğinin de o olduğunu düşünüyorum. Sizin gibi düşünen aynı şeylerden etkilenen insanların farklı yerlerde aynı duyguları hissetmesi üzerine kurulu bir şey. Ama güzel workshop’ları ve müzikal CV’niz için gerçekten de güzel bu tür yarışmalar.
Sonuç olarak üçüncülük kazandık. Dereceyi Kozmos Labirent ile paylaştık. Sanırım MMF’de ilk defa oldu böyle bir durum. Workshoplar çok güzel geçti. Çok güzel deneyimler kazandık. Çok iyi müzisyenlerle tanıştık ve onlarla çok güzel vakit geçirdik.
Şimdi bireysel olarak eğildiğim nokta ufak ufak albüm çalışmalarına başlamak. Albüm yapmak kolay değil çok büyük bir şey. Çok çalışma istiyor. Çok da büyük bir maliyeti var. Bende de öyle bir bütçe hali hazırda yok. Şu an ulaşmak istediğimiz nokta tüm albümün aşağı yukarı demo halini bitirip, bu projeye yatırım yapacak destek olacak bir ekip bulmak. Bunun uğraşındayız. Onun dışında yaklaşık bir yada iki ay sonra ufak ufak konserler başlayacak. Hem coverların hem de kendi şarkılarımın olacağı bir repertuar hazırlıyoruz. Ufak ufak insanların Gülüm Çahan şarkılarına kulak aşinası olmasını istiyoruz. Yumuşak bir geçiş olacak bu. Albümden önce birinin çıkıp bunlar da benim şarkılarım demesi çok tuhaf olur diye düşünüyorum. Böyle bir gidişat izleyeceğiz. Şu andaki vaziyetimiz de bu.

Az önce bahsettiğin şeye takıldım. Ben de müziğin bir yarışmaya sokulmaması gerektiğini düşünüyorum. Hatta sanatın hiç bir öğesi bir yarışmaya sokulmamalı. Çünkü sanatı sanatçının kendini ifade etme yöntemi olması onu sanat yapıyor. Ancak bir müzik yarışmasının bu alana yeni başlayanlar için faydası olduğunu düşünüyor musun?

Bu tabi yapılan yarışmanın, organizasyonun kalitesi ile de çok ilgili. Yani bütün dünyada büyük bir tüketim çılgınlığı var ve biz bunu sanata da uyguluyoruz. Mesela Türkiye tarihinde bir sürü popstar yarışması yapıldı ama ne yazık ki kimse bir yere gelemedi ya da geldiyse de çıktığı yerde çok kısa kaldı ve düştü. Bunun sebebi bizim her şeyi çok fazla tüketiyor olmamız. Yarışmaları geçtim bir sürü yeni insan bir şeyler yapıyor ancak bir kaç şarkıdan sonra işler patlıyor.Pek çok grup veya sanatçı ilk albümden sonra tarih oluyor. Ne kadar yeni bir şeyler yapılsa da aynı şey olabiliyor. Türkiye’de ne kadar yeni bir ruhla gelen müzisyenler olsa da bunun devamlılığı çok olmuyor.

Tabi bizim de önemsediğimiz şey bu. Çünkü bir iş yapıyorsan bunun kalıcı olması muhteşem bir şey. Bu her ülke de olan bir sıkıntı. Dediğim gibi her şeyi çok hızlı tüketiyoruz. Ama ben şimdi şuna inanıyorum. Eğer bir iş gerçekten iyiyse bir şekilde kendini gösteriyor. Yani 30 yıl sonra da  dinlenebilecek bir iş mı yapıyor muyum,  bilmiyorum. Çok isterim ama tabi ki ama göreceğiz elbette. Bu tip yarışmalar sizin işin inceliklerini öğrenmenizi, az çok neyi ne kadar doğru veya yanlış planladığınızı göstermek açısından çok önemli. Mesela workshop’larda telif haklarını, hukuki prosedürleri, müzisyen hakları nelerdir gibi bir sürü şey öğrendik. Bu yüzden muhteşem bir deneyim oldu herkes için. Sayfalarca not tutanlar, ses kaydı alanlar oldu. Her şeyden ziyade sizin gibi bir sürü insanla bir aradasınız ve kendinizi çok ait hissediyorsunuz. Yarışmaların öyle bir güzelliği de var.

Hali hazırda beraber çaldığınız bir grup var. Biraz da ondan bahsetmek ister misin?

Dediğim gibi ekibimin can damarlarından biri Görkem Oker. Görkem, aynı zamanda hem aranjeler de hem bas gitarda hem de besteler de yanımda olan bir isim. Benim projelerimden bahsedildiği sürece adını sürekli duyacağınız bir isim aynı zamanda. Şu anda Görkem Hande Yener’in basçısı olaak çalıyor. Bir yandan da benim işlerime koşturuyor. Aslında benim projemden daha çok Görkem’le benim projem diyebiliriz çünkü o da bu işin temel yapı taşlarını yerleştiren ve bu işi kuran insanlardan biri. Yaylılarda ve back vokalde Hande var. Hande aynı zamanda Görkem’in ikiz kardeşi. Davullarda Berk Telkıvran, Klavyede Asil Gök, elektro gitarda da İran kökenli soyadını bir türlü söyleyemediğim Ali var. (Gülüyor) Soyadını sonra yazılı veririm size. (Gülüyor) Birbirini seven, iyi anlaşan ve kafası aynı çalışan bir ekibiz o yüzden de çalışmalarımız çok yumuşak ve çok yaratıcı geçiyor. Hem güzel bir arkadaşlık hem de güzel bir çalışma ortamı oluyor. Bir grup içerisinde içinizdeki müzik aynı olmazsa o insanla iyi bir iş yapamazsınız. Birbirinizi geliştirmek için kafanız aynı çalışıyorsa bu büyük bir avantaj haline geliyor.

Peki daha önceki röportajlarda da bu soruyu sordum. Bu soruyu müzisyenlerin veya müzikle uğraşan insanların cevaplaması bana daha önemli geliyor. Şu aralar dinlediğin. “Ah ulan ne güzel şarkı yapmışlar” dediğin kimler var?

Bu aralar herkes gibi ben de en çok Adele dinliyorum. (Gülüyor) Çok sıradan bir cevap ama böyle. Adele, Lily Allen, Norah Jones, her zaman benim değişmezlerimden olan Jamiroquai,… Aslında hayatımın o kadar büyük bir kısmı müzik dinlemekle geçiyor ki, sana çok uzun bir liste yapabilirim.

Peki en son aldığın ve beğendiğin albüm neydi?

En son Red Hot chili Peppers’ın I’m with you albümünü aldım. Ve çok başarılı buldum. RHCP’nin şöyle bir farkı var. Bir albümden para kaygısı gütmüyor ve öyle yapmak zorunda da değiller. Bu konuda da sonsuz kredileri var ve bunu hak ettiklerini düşünüyorum.Çok teşekkürler. Görüşmek dileğiyle.

Röportaj: Adil Can Ocak.
Videolar: Alper Ertuğ