Bölüm 1
Daha önce parasını verdiği hiçbir kadınla beraber olmamıştı. Bundan olsa gerek, mezbaha gibi kokan bu kerhanenin küçük odalarının birinde yatağa sırt üstü uzanmış ve bacaklarını sonuna kadar açmış, fazlasıyla güzel olan o kadına karşı hissettiklerini tanımlayamıyordu. Heyecan, mahcubiyet, şehvet, utanç… Odaya gireli on dakika olmuştu ama o hala sertleşememişti. Kadınla henüz herhangi bir teması olmadığı için erekte olamadığına inanıyordu. Ama aynı zamanda, sağ elinin orta ve işaret parmaklarını vajinasına hızla sokup çıkartan ve inlerken gözlerinin içine bakan fahişeyi izlerken bile sertleşemiyorsa, bu gece, hiçbir türlü sertleşemeyeceğini de iyice anlamıştı. Kadının parasını öderken ona, onu en çok neyin onu tahrik ettiğini anlatmıştı. Kadın da tam olarak onun istediklerini yerine getiriyordu. Bunun için normal fiyatın iki katını vermişti ama şimdi onda tık yoktu. Fahişe bu durumu yarı bıkkınlıkla karşıladı ve adamın yanına gidip önünde diz çöktü. Adam kendisini altına işeyen bir çocuk gibi hissediyordu. Bu büyük bir kusur ve ayıptı. Önünde diz çöken kadın yataktan kalkarken tıpkı annesi gibi bakmıştı ona. Şefkat veya sıcak değildi. Bıkmış, usanmış, yorgun gözlerle bakmıştı. Annesini hatırlamıştı. Fahişe dudaklarıyla onunla oynarken, o annesini düşünüyordu ve bu şekilde hissetmesi gereken arzunun yerini ensest düşüncenin nefreti ve öfkesi alıyordu. Önündeki fahişenin saçlarından tuttu ve suratına sert bir tokat attı. Saçları savrulan kadın geriye düştü ve küfürler savurmaya başladı. Adam kıyafetlerini giymeye başlamıştı. Yerdeki kadın küfürlerine ve aşağılamalarına devam ediyordu. Tola, hiç oralı değildi. Fahişe tek tokatla ucuz kurtuldu diye düşünüyordu. Midesinden beynine doğru, küçük düşürülmenin neden olduğu, iğrenç bir sıcaklık yayılıyordu ve tüm vücudunu kaplıyordu. Siyah, kadife paltosunun düğmelerini ilikledi ve pahalı şemsiyesini kolunun altına sıkıştırıp odadan çıktı.
Dışarısı buz gibiydi. Kolunun altından şemsiyesini alıp açtı. Uzun boylu, geniş omuzlu ve düzgün yüz hatlarına sahipti. Kumral saçlarının arasından geçirdi parmaklarını. Canı çok sıkılmıştı. Onlarca, hatta belki de yüzlerce sevgilisi olmuştu. Onun yakışıklı suratı, atletik vücudu ve dolgun cüzdanı için çıldıran kızların sayısı epey fazlaydı. Ama bu gece, birinin onu istemesini istemiyordu. Daha farklı hissedeceği bir şey yapmak istemişti. Ama görünüşe göre eline yüzüne bulaştırmıştı. Yenilgiyi kabullenemiyordu, çünkü o hep kazanan, nadir insanlardan biriydi. Doğuştan sahip oldukları bir yana, kendisinin inşa etmesi gereken her şeyde de başarılı olmuştu. Bir iş kurmak, bunu doğru bir şekilde yürütebilmek, iyi arkadaş çevresi, ailesi ve akrabalarıyla arasındaki sıkı bağ… Görünüşe göre o, kusursuzdu.
Ama şimdi başarısız olmuştu işte. Sorunun ne olduğunu çözemiyordu. Kadın… Alt tarafı bir kadındı işte. Bacaklarını onun girmesi için aralamış olanlardan bir tane daha. Parasını verip onu sevişmeye mecbur etmek başlarda çok hoş bir fikir gibi gelmişti. Peki ya az önce olanlar da neydi? Yürümeye devam etti. Ellerini sürekli uzun, kumral saçlarının arasına götürüyordu ve kafa derisinin sıcaklığıyla parmak uçlarını ısıtıyordu. Çocukluğundan kalma bir alışkanlıktı. Sıkıntılıyken yapardı bunu genellikle. Bu yenilgiyi telafi etmezse, sıkıntısının daha çok süreceği de kesindi.
“Telafi etmek…” diye fısıldadı. Sesini duymadı ama nefesinin buharlaşıp yükseldiğini gördü. Yürümeye devam etti. Caddeye sıralanmış barların gürültüsü sıkıntısına sıkıntı katıyordu. Tabelaların canlı ışıkları gecenin en kör vaktini bile gündüzleştirmişti. Gördüğü ilk sokaktan saptı. Gürültüden uzaklaşamamıştı. Biraz daha ilerledi. Geniş sokak, çeyrek kilometre kadar sonra ikiye ayrılıyordu. Önce soluna baktı. Sokağın en sonunda küçük çapta bir kavga vardı. İki kaslıya üç cılız… Seyretmesi keyifli olabilirdi, başka bir zaman olsaydı. Ama şu anda istediği sadece gürültüden uzaklaşmak ve kendi derinlerine inmekti. Uzun zamandır tatmadığı yenilgi duygusunu özlerine ayırmaktı. Sağ tarafa birkaç saniye baktıktan sonra adımlarını o yönde atmaya karar verdi. Sakince yürüyordu. Bakımsız ve bitişik evlerin yangın merdivenlerinin hepsi o sokağa doğru iniyordu. Evlerin duvarlarına doğru yığılmış siyah çöp poşetlerinin altından, etrafa ekşi bir koku yayan gri renkte sular akıyordu. Ankara’nın hemen hemen hiçbir semtinde çöp tenekesi olmazdı. Akan pis sulara basmamak için yerlere dikkatle bakıyordu ve büyük bir titizlikle, neredeyse zıplayarak ilerliyordu. Bu durumdayken bile pahalı ayakkabılarının bilmediği insanların yiyecek, içecek ve benzeri artıkların iğrenç sıvısıyla kirlenmesini istemiyordu. Kafasını yerden hiç kaldırmıyordu. İlerledikçe karanlık da, sessizlik de derinleşiyordu. Biraz sonra keskin bir metal sesi duydu. Bulunduğu yerde sabit bekledi ve sesin nereden gelmiş olabileceğine dair tahmin yürüttü. Belki bu eski merdivenlerden birinin vidası, soğuğun etkisiyle bulunduğu deliği sıkıştırmış ve yerini genişletmek istemişti. Sonra bir ses daha duydu. İyice korkmuştu, ağzından nefes almaya başlamıştı. Soğuk hava nefesini buharlaştıracak kadar soğuktu hala. Bakışlarını ileriye yönelttiğinde, elindeki çakmakla sigarasını yakmaya çalışan bir kadın olduğunu gördü. Kendi kendine “Salak” dedi ve gülümsedi. İçi rahatlamıştı. Ses kadının çakmağından çıkmıştı. Kadına doğru yürümeye devam etti. On-on beş adımdan sonra kadının ayrıntılarını seçmeye başladı gözleri. File çoraplarını saran bacaklarının üst kısmını kapatamayacak kısalıkta dar, siyah, deri bir palto vardı üzerinde. Sigarasını tuttuğu elini yüzüne götürdü ve yüzük parmağıyla kalın, kırmızıya boyanmış dudaklarının alt kısmını yavaşça okşadı. Aralanmış dudaklarının arkasındaki düzgün dişleri bembeyazdı. Gözleri hafif çekik ve simsiyahtı. Sanki… Sanki fazla siyahtı. Beyaz olması gereken sklerası bile siyahtı. Kadının gözleri küçük ve ortam da fazla karanlık olduğu için bunu ayırt etmesi zordu. Bakışlarını kadının gözlerinden çekip göğüslerine kadar inen kızıl saçlarını incelemeye başladı. Kısık bir sesle “Klişe fahişe” dedi. Kadın ona doğru döndü. Gözlerine bakmamaya dikkat ediyordu Tola. Yanılsama, gecenin etkisi, kadının gözlerinin fazla küçük oluşu… O an için kadının gözlerinin normal olduğuna dair binlerce daha sebep bulabilirdi. Çünkü canı o klişe fahişeyi istiyordu. Buna da herhangi bir huzursuzluğun sebep olmasını istemiyordu.
Kadın, duvara yasladığı bacağını indirerek birkaç adım attı Tola’ya doğru. Sırıtıyordu. Sigarasından aldığı derin nefesi, adamın yüzüne doğru üfledi. Tola sigara kullanmıyordu ve duman onu rahatsız etmişti, hafifçe öksürdü. Fahişenin hareketlerinde de çözemediği bir yabancılık vardı. Bu narin ve çekici bedenin altına gizlenemeyen kaba yürüyüş ve gülünç olacak derecede büyük bir sevinç. Ya da umut… Tola hep detaycı biriydi ve bunu bu gece, fahişenin hareketlerini özümsemek için kullanmayı istemiyordu.
O, başarısızlığını telafi etmek istiyordu.
O, bu gece, bir saat kadar önce mağlup çıktığı durumu tersine çevirmek istiyordu.
Tola, başarısızlığını telafi etmek istiyordu ve bunu karşısındaki fahişeyi ve kendisini doyuma ulaştırdığı zaman gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. Kadının elinden tutup sigarasını aldı ve yere attı. Diğer elini, kadının yüzüne götürecekti ama kafasının içinde bir yer, ona bunu yapmaması gerektiğini söyledi. Gözleri… Bu gece onun şehvetinin önüne geçecek her şeyi yıkıp atmak istiyordu. Bu yüzden kadının yüzüne hiç bakmadan, elinin yönünü değiştirdi ve kadının boynuna kadar çekilmiş olan paltosunun fermuarının ucundan tutup aşağı kadar indirdi. Kadının içinde sadece mor iç çamaşırları vardı.
“Bu soğuk havada? Gerçekten çok azgınsın, değil mi güzelim?”
Kadın, Tola’ya cevap vermeden üstündekini tamamen çıkarıp yere attı. Tola’nın ellerini alıp göğüslerine götürdü. Tola şaşkınlıkla beraber duyduğu arzuyla kadının küçük göğüslerini sertçe okşamaya başladı. Fahişe bundan zevk alıyor gibi görünmüyordu, daha çok, bunu yapması gerektiğini düşündüğü için yapıyor gibiydi.
“Çünkü o bir fahişe ve gerçekten de karnını doyurmak istiyorsa, bunu yapmaya mecbur.”
Tola’nın aklındaki düşünce ona fazlasıyla yüce ve fazlasıyla aşağılık gelmişti.
“Yaşayabilmesi için benim onu becermemi bekliyor. Evet, işte. Zavallı.”
Kadının içine girmek istiyordu bir an önce. Kafasındaki düşünceler şehvetini körüklüyordu iyice. Normalde en iğrendiği fantezi bile, orgazmdan hemen önce, ona hep en çekici gelmişti. -Çoğu insanda olduğu gibi- Kadını bileklerinden tutup ters çevirdi. En üst noktadaydı ve bir yandan da kadının içine girdiği anda boşalmaktan korkuyordu. Bugün iki taraflı olmalıydı çünkü. Bu şekilde kazanmış olacaktı tam anlamıyla.
Ama korktuğu olmadı. Kadının içinde hızla gidip geliyordu ve kadın inlemelerini bastırmaya çalışıyordu.
“Bırak hadi, istediğin kadar bağır. İstediğin kadar…” Nefes nefeselerdi. Kadının bastırdığı inlemeler, vahşi bir hayvanın çıkardığı sesleri andırıyordu. Biraz sonra kadının içinden çıktı ve onu kendisine doğru çevirdi. Kucaklayıp duvara yasladı ve iri organını kadının içine sokmaya başladı tekrar. Fahişenin kolları Tola’nın boynuna dolanmıştı. Kadının orgazma çok yakındı, hissedebiliyordu. Çok geçmeden iyice kasılmaya başladı kadın. “İşte geliyorsun bebeğim, arkadan devam edeceğim sanırım.” dedi Tola küstahça. Ama bir gariplik vardı. O zamana kadar uzak tutmaya çalıştığı bakışlarını kadının gözlerine dikti. Gerçekten de tamamen siyahtı gözleri. Kadın kafasını geriye doğru attı ve inanılmaz yüksek sesle bir çığlık attı. Çığlık yüzünden kulaklarını kapatmak istedi Tola, ama yapamadı. Kucağında, duvara yasladığı fahişe orgazm olmuştu ve şu anda bir kadından çok tanımlayamadığı bir canavara dönüşüyordu. Elleri omuzlarına kadar çürümeye başlamıştı sanki. Tamamen siyah olan gözleri, suratının hacmini zorluyordu. Büyüyen gözlere yer açmak isteyen surat geriliyordu ve pürüzsüz derisi yırtılmaya başlıyordu. Yırtıldıkça tutam tutam dökülüyordu deriler suratından. Altında olması gereken pembe et yerine simsiyah bir katman vardı. Sanki birisi insan derisinden bir kılıfın içine tıka basa zift doldurmuştu. Deriler soyuldukça sıvılaşıyordu kadın. Tola korkudan felç geçirmiş gibiydi, kadını bırakıp kaçamıyordu. Hareket edemeyişinin nedeni korku değildi. Kadın başka bir canlıya dönüşüyordu ve bu dönüşüm esnasında aldığı formun kimyası Tola’nın canını acıtıyordu. Asidin derisini yaktığını hissediyordu. Yaratığın korkunç çığlığına dayanamıyordu. Nasıl kurtulacaktı? Derilerin dökülmesi sadece yüzünde gerçekleşmiyordu. Kolları, bacakları, göğüsleri, gövdesi… Tamamen başka bir hal alıyordu ve Tola’nın vücuduna yapışıyordu. Adam uzaklaşamıyordu, yapışkan asit bunu engelliyordu. Çok geçmeden kadının yeni formu Tola’nın bedenine tamamen bulaştı. Tola dayanamayıp yere düştüğünde son soluk alışverişlerini yapıyordu. Sanki o bataklığa değil de, bataklık onun içine düşmüş gibiydi. Can çekişen bedenin üzerinde siyah zift baloncuklar çıkarıyor ve onu emmeye çalışıyordu. Bedenin altında bir şeyler arıyor gibiydi. Ama aradığını bulamayan yaratık, aniden hareket ederek Tola’nın gözlerinin içine doğru bir yolculuk yaptı ve cesedin içini değilse de, dışını tamamen terk etti.
***
Tola gözlerini açtı. Her zaman olduğu gibi kulaklarını fazlasıyla rahatsız eden masa saatinin alarm sesi uyandırmıştı onu, beyaz çarşaflı yatağında, pahalı eşyalarla dekore edilmiş odasında.
“Rüyaymış. Hayır kâbus. Sadece bir kâbus.”
Sersemce tuvalete doğru gitti. Mesanesi patlayacak gibiydi. Aynı zamanda da hafiflik hissediyordu. Bir gece de otuz kilo vermişti sanki. Rüyası aklına geldikçe kafasını histerik bir şekilde yana doğru kaydırıyordu. “Bitti artık. Bitti.” dedi kendini teselli edermişçesine. Teselli… Onun başına neler getirdiğinden bihaberdi henüz. Tuvaletin önünde dikildi ve pijamasını indirmek için elini beline götürdü. Ama çırılçıplaktı, yeni fark ediyordu. İşemek için elini organına doğru götürdüğündeyse, aradığı şeyi bulamadı orda. Gözleri irileşti ve ağzı sonuna kadar açıldı. Eliyle, yeni organına dokunuyordu. Onun artık penisi yerine, vajinası vardı. Hala kavrayamıyordu neler olduğunu. Odasındaki boy aynasına doğru koştu ve aynanın tam önünde durdu. Çığlık atmak istiyordu ama yapamıyordu. Tola’nın mükemmel vücudu artık yoktu. Göğüsleri, ince bir beli ve küçük kalçaları vardı. O, şu anda bir kadın bedenine sahipti. Ve bu vücudun hatlarını hayal meyal hatırlıyordu. Kâbusunda beraber olduğu ve orgazm sırasında canavara dönüşen kadının hatlarına benziyordu. Hatta aynısıydı. Vücuduna bakmaktan yüzüne bakamamıştı kadının. İyice yaklaştı aynaya doğru. Kızıl saçlarını inceledi. Gözlerini… Sklerası simsiyahtı. Rüyasında fark edip önemsemediği o gözler onundu şimdi. Hissedemiyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. 28 yıldır içinde yaşadığı bedenini kaybetmişti. Kendisini kaybetmişti, ama hala kendisi gibiydi. Peki ama ne olmuştu? Bu bir beden transformasyonu muydu? Eğer öyleyse nasıl gerçekleşmişti? Neden gerçekleşmişti? Kendi bedeni neredeydi şimdi? Eski haline nasıl dönecekti? Hala rüyada olabilir miydi?
Değildi. Her zaman yaşadığı gerçekliği yaşıyordu yine. Soruları düşünmeden edemiyordu, ama kendini incelemekten de geri kalmıyordu. Ruhu erkekti ama bir kadın vücudu taşıyordu. Önce göğüslerini elleriyle sıkmaya başladı. İçinde kıpırdanan şeylere çok yabancı değildi. Sonra elini vajinasına götürdü. Parmaklarını yavaşa içeri doğru soktu. Şüphesiz bu durumu yaşayacak olan herhangi bir erkeğin sergileyeceği ilk davranış bu olurdu. Ama yaptığı şeyden bir zevk duymuyordu. Kendisinden utanarak elini çıkardı ve olduğu yere çöktü. Ağlamaya başladı. Ağlamayalı uzun zaman olmuştu. Ellerinin tersiyle gözlerini sildi. Ama gözyaşlarının zift gibi siyah olduğunu fark etti.
Hikaye: Ceren Keleş
Çizim: Esra Yazıcı
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.