in

Rogue One: Bir Star Wars Hikayesi İncelemesi

*Dikkat! Spoiler İçerir!*

Save the Rebellion! Save the dream!

Disney, 2012’de Star Wars evrenini tüm haklarıyla yaratıcısı George Lucas’dan satın aldığında gerçekten ne hissedeceğimi bilememiştim. Bir yanım, daha çok Star Wars için aç ve heyecanlıydı, diğer yanım ise beklentisiz ve şaşkın. Satın alımdan kısa bir süre Disney, önce tüm Expended Universe (EU) canon’unu yok sayacağını, daha sonrasında da her sene bir Star Wars filmi ile karşımıza çıkmayı planladığını duyurduğunda bu beklentisizlik yerini hafiften korkuya bırakmıştı.

Çoçukluğumdan itibaren tüm benliğimi ele geçirmiş bu dev evreni, dışı rengarenk ama içi bomboş dev bir şekere dönüşmesini izleyeceğimden çok korkuyordum. Geçen sene Episode VII ile yüzümü güldürmeyi başaran Disney’in önünde bir sınav daha vardı. Bu zorlu bir sınav olacaktı çünkü Star Wars, sinema ekranında ilk defa klasik formülünden sıyrılıp “stand alone” bir film olarak karşımıza çıkacaktı. Rogue One’ı dev ekranda ikinci izleyişimden sonra kesin ve net bir şekilde diyebilirim ki, Disney bu sınavı alnının akıyla geçti.

Episode 3.8?

Rogue One filminin, Star Wars zaman çizgisinde tam olarak nereye oturacağı, ilk plot açıklandığında kafamızda canlanmıştı. Fakat yapım süreci finale yaklaşırken, yönetmen Gareth Williams’ın “filmi tam olarak Ep. IV’un bittiği yerde bitireceğim” açıklaması beni gerçekten meraklandırmıştı. Bu gerçekten riskli bir hareketti; 40 sene önce çekilmiş, her karesinin milyonlarca fan tarafından ezberlenmiş bir filmin ilk sahnesine bağlanan bir final yapmak…. Gerçekten cesaret ister! Rogue One filmini benim için belki bu kadar da özel ve heyecan verici yapan şey de bu oluyor; film bittiğinde en sevdiğiniz lego parçasının yıllar önce kaybolmuş çiftini bulmuş gibi seviniyorsunuz.

Şahsım adına konuşayım, filmden çıktığımda eve koşturarak gidip A New Hope’u tekrar izledim. Sonrasında hızımı alamayıp bir de Ep. VII’i patlattım. Ep. VII ne alaka diyorsanız o konuya yazımın sonunda değineceğim.

40 sene önce çekilmiş kült bir filme herhangi bir uyuşma problemi yaşamadan kardeş olmak için gerçekten çok çalışmış bir film var karşımızda. Kostüm tasarımlarından tutun (hatta bazı kostümler direkt olarak ilk üçlemede kullanılmış orjinal kostümlermiş) ses efektlerine, yeni gemi tasarımlarından tutun, X-Wing pilotlarının bıyık/saç modellerine kadar tüm detaylar çok ince çalışılmış. Hatta filmin bazı sahnelerinde sanki Rogue One, 80’lerde çekilmiş de biz de şuanda remastered versiyonunu izliyormuşuz gibi hissettim. Şimdi düşünüyorum da 3 sene önce filmin plot detayları açıklandığında koca bir “meh” çekip “başka bir konu mu bulamadınız koskoca Star Wars evreninde” diye sinir kesmiş birisi olarak, şu anda Rogue One filmini bu kadar övdüğüme inanamıyorum.

George Michael Evinde Ölü Bulundu

Good Omens mini diziye dönüştürülüyor!